Bölüm 2
Zeynep Ablaya Hayranlık!
O hafta evimizde bir maç vardı. Ben ilk defa bir basketbol maçı izleyeceğim için heyecanlıydım. Yalnız mı gitsem diye düşündüm ama sonra annemin yanımda olması beni rahatlatır diye düşünerek anneme maça birlikte gitmeyi teklif ettim.
Annem maça gitme teklifimi kabul etti.
"Seni basketbol takımına aldım."
Bu söz kulaklarımda çınlıyordu. Kalbimse pıt pıt atıyordu. Maç gününün gelmesini bir türlü bekleyemiyordum. Bayram sabahı gibi bir heyecan tüm bedenimi sarıyordu.
Maçtan bir gün önce Melek öğretmen okul takımıyla bir toplantı düzenledi. Biz çaylakların da toplantıya katılmasını istedi. Toplantıya katılacak olmak kalbimi kocaman yaptı. Kalbim sanki göğüs kafesine sığmıyor gibi oldum.
Yine bir oyun oynamaya karar verdim. Toplantı odasına girecek ilk kişi olmak istedim. Arkadaşlarımdan, ablalarımdan ve Melek öğretmenden korktum. Yine de kendimle oyunumu oynadım. Toplantı odasına girme oyununu kaybettim. Kazanabilir miydim? Bilmiyorum. Belki bu sefer isteyerek kaybettim.
Takım toplantı odasındaki yerini aldıktan sonra Melek öğretmen de içeri girdi.
"Sezonun ilk maçını seyircimiz önünde oynayacağız," dedi.
"Kaybedersek üzülmeyin, kazanırsak da abartıya kaçmadan sevinin. Basketbolun doğasında hem kazanmak hem de kaybetmek vardır." dedi.
Ben kaybetmenin ne olduğunu biliyorum. Az önce toplantı odasına ilk girme oyununu kaybettim. Kaybetmek bana yabancı olan bir durum değil.
Melek öğretmen, toplantıda takımın neler yapmasını gerektiğini anlattı:
"Kazanırsanız, rakibi kırmadan sevinin. Tebrik edin. Kaybederseniz, yıkılmak yerine önce rakibi alkışlayın; sonra nerede eksik kaldık, onu düşünün." dedi.
Ben de içimden " oyunlarımı her kaybettiğimde bunu yapıyorum ama bir türlü kazanamıyorum." dedim.
"Sportmenlik bizim için çok önemlidir." dedi Melek öğretmen.
"Rakibe, kendinize, seyircilere ve hakemlere saygı göstermelisiniz. Hakemler de insandır, hata yapabilirler. Onları yargılamak bize düşmez."
Bu sözler o gün içimde bir yerlere kazındı. Hala şuramda duruyor.
Toplantının bitimiyle ablalar ertesi günkü maçın hazırlıkları için basketbol sahasına geçerken ben de içimde bir heyecanla eve gitmek için yola koyuldum. Yolda yürürken ertesi günkü maçı düşündüm. Evdeki eski gazetelerden kestiğim basketbol küpürleri aklıma geldi. Acaba maçta o sahneleri görebilecek miyim? Bu çoşkuyla içimi büyük bir umut kapladı.
Ertesi gün annemle birlikte tribünlerdeki yerimizi aldık. Basketbol sahası bayram yeri gibiydi. Tribünler dolarken takımımız ısınıyordu. Melek öğretmen sahada dev gibi duruyordu. İçimden bir ses "basketbol şenliği başlıyor." dedi.
Oyun başlarken ilk beşimiz; Zeynep, Ayşe, Tuba, Reyhan ve Meryem abladan oluştu. Hava atışından önce trübünler alkışlarla doldu.
Hava atışında Meryem abla 13 numarayla kapıştı. Hakem topu havaya attı. Meryem abla topu Tuba ablaya çeldi. Tam o sırada Zeynep abla, sanki zemine basmadan uçarak rakip çembere doğru gitti. Tuba abla da Zeynep ablaya uzun bir pas attı. 22 numaralı oyuncu topa uzandı ama top onun parmak uçlarından süzülerek Zeynep ablanın elleriyle buluştu.
Zeynep abla topu yakaladı. Bir, iki adım attı... Basketbol topunu panyaya attı. Oradan seken top çembere değerek fileden usulca süzülüp yere düştü.
Salon "Oleeeyy!" sesleriyle inledi. Tabela 2-0 öne geçtiğimizi yazdı.
O an tüm benliğimle Zeynep ablaya doğru müthiş bir duygusallığa kapıldım. Maç boyunca ondan gözlerimi alamadım. Her hareketini dikkatle izledim ve kendime bir söz verdim.
"Ben de bir gün Zeynep abla gibi olacağım. Ne olursa olsun bunun için çok çalışacağım."
Yaşa Zeynep abla!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkür ederim.
Basketbol ile ilgili fikir alış verişi için iletişime geçebilirsiniz.