seni basketbol takımına aldım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
seni basketbol takımına aldım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SENİ BASKETBOL TAKIMINA ALDIM | Melek Öğretmenin Vedası (8)

 Bölüm 8

Melek Öğretmenin Vedası

Kayısı Festivali Turnuvasından ikinci olarak eve döndüğümüzün üzerinden tam sekiz ay geçmişti. Ablalarımız mezun olmuş, yerine biz gelmiştik. Melek öğretmenden basketbolun inceliklerini öğrenmek, her birimiz için tarif edilemez bir mutluluktu.


Seni Basketbol Takımına Aldım

Son zamanlarda Melek öğretmen sanki daha sessiz, dalgın ve dikkatsizdi. Bir akşam toprak zeminli tahta potaya şut atarken, garip bir şey beni dürttü. "Melek öğretmenin sesinde sanki bir burukluk var. Sence de öyle değil mi Çiğdem?" diye sordum.

Çiğdem şut atmaya yönelirken birden duraksadı. "Bana da öyle geliyor. Sanki canını sıkan bir durum var. Nedir acaba?"

"Bilmiyorum," dedim. "Ama yakında sezonu açıyoruz. Bu hali devam ederse, birlikte soralım mı Melek öğretmene nedir bu durum diye?" 

"Harika bir fikir," dedi Çiğdem. "Bence takımla da konuşalım belki daha iyi fikirler öne sürülür."

Ağustos ayının başıydı. Televizyonda, "son kırk yılın en sıcak günleri yaşanıyor," diyordu haber sunucusu. İşte bu sıcak günlerden birinde yeni dönem antrenmanlarımıza başladık. Bir günkü antrenmanımız alışageldiğimiz bir havada değildi. Melek öğretmen her zamanki dikkatli, detaycı haliyle sahada yer almıyordu. Belirgin hatalara bile tepki vermiyordu. 

O sabah antrenman defterini bile unutmuştu. Isınma boyunca çantasından defterini aradı durdu. Sonra hiçbir şey olmamış gibi şut drilline geçtik. Sanki bedeni oradaydı ama zihni başka bir yerdeydi.

Melek öğretmenin bu dalgınlığını fark ettiğimizde bir süre sonra biz de potaya gelişigüzel atışlar atmaya başladık. Takım arkadaşlarımızla fısıltılar arasında benzer cümleler dönmeye başladı:

"Ne oluyor Melek öğretmene?"

"Dalgın gibi..."

"Melek öğretmenin sesi biraz kırık sanki. Fark ettin mi Çiğdem" dedim. "Evet" dedi başını hafifçe sallayarak. "Dün de antrenmandan sonra bize iyi çalışmalar demeyi unuttu. Oysa hiç böyle yapmazdı."

"Yoksa kötü bir haber mi aldı?"

O garip sessizliği bozan Melek öğretmenin düdüğü oldu. Hepimizi ansızın yanına çağırdı. Derin bir nefes aldıktan sonra, hem duygusal hem de kontrollü bir ses tonuyla konuşmaya başladı:

"Çocuklar, sizinle geçirdiğim son bir yıl, hayatımın en özel dönemlerinden biriydi. Ama ayrılığın zamanı geldi galiba. Fransa'nın Toulouse Gençleri takımından çok iyi bir teklif aldım. Kariyerimi şekillendirecek benzersiz bir fırsat olacağını düşünüyorum. Bu yüzden teklifi kabul ettim ve on beş gün sonra oraya taşınacağım."

Sessizlik... Ardından Çiğdem'in hıçkırıklarla döktüğü ilk göz yaşıyla sessizlik yerini bir hüzüne bıraktı. "Ama daha yeni başlamıştık!" diye bağırdı.

Tuğba ve Meryem birbirlerine sarılıp ağlıyordu. Reyhan ise öfkeyle öne atıldı: "Ne olur öğretmenim bizi bırakmayın!" Siz olmadan biz basketbol oynamayız!"

Hepimiz donmuştuk. Fakat birkaç gün sonra takımca mantıklı olmaya başladık. Salonun girişindeki merdivenlerde otururken bunun Melek öğretmen için bir fırsat olduğuna hem fikir olduk. Onun gidişi bir son değil, çünkü bir gün aynı kararları biz de verecektik. Tuğba, "belki gitmesi gerekiyor," dedi. Meryem, "Evet... Tıpkı sayı olacak son saniye şut gibi.. Şimdi sıra onda." Reyhan başını sallayarak Meryem'i onayladı. 

O gece evde kimseyle konuşmadım. Yemek yiyemedim, uyku uyuyamadım. Günlüğümü elime aldım ve beyaz bir sayfayı aynen şöyle yazdım:

"Tüm maçlar ve antrenmanlar sadece bir tiyatro oyunun perdesiymiş. Işıklar sönünce meğerse yalnızca boş koltuklar sahneye bakıyormuş. Sahne artık boş olabilir ama alkış sesleri hala yankılanıyor. Çünkü bana gerçek bir hikayenin parçası olduğumu hatırlatıyor."

Ertesi gün öğle arasında Melek öğretmen beni antrenman öncesinde bahçede bir yürüyüşe çıkardı. Sarı yapraklar ayaklarımız altında çıtırdıyordu. Sessizce yürüdük. Sonra durdu, gözlerimin içine baktı:

"Elif, sen artık sadece bir oyuncu değilsin. Bu takımın gerçek bir liderisin. Gidiyorum ama içim rahat. Çünkü geride senin gibi takımı için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan bir kaptan bırakıyorum."

Sonra çantasına uzandı ve bana bir düdük ile bordo basketbol not defterini uzattı. Dedi ki:

"Bir gün bir takımın başında bu düdüğü çaldığında, hatırla... Düdük bir koçun sesidir ama iyi bir koç sadece sesiyle değil, kendini kalbiyle duyurur. Ben senin ilk koçundum. Belki de sen başkasının ilk koçu olacaksın, sıra sende."

Son günlerimizde buruk ama yoğun antrenmanlar yaptık. Çünkü Melek öğretmenden öğretmenden öğreneceğimiz basket derslerinin kıymetini daha iyi anlıyorduk. 

Başlangıcın Sonu

Ve o son gün geldi... Son antrenman. Son düdük. Melek öğretmen vedalaşmak üzere antrenmanı bitirdi.  Elindeki topu yere bıraktı. Takımına gururla son bir kez baktı. Sesi net ama gözleri doluydu:

"Basketbol, sayı atmaktan ibaret değil çocuklar... Basketbol sahası; karakterin, sabrın ve dostluğun inşa edildiği bir yerdir. Sahada ter dökerken dostluk kurar, düşerken yeniden ayağa kalkmayı öğrenirsiniz. Bazen pas vermek en güzel sayıdan da değerli olur. Beni en çok mutlu eden şey, sizleri sadece oyuncu değil, iyi birer insan olduğunu görmekti. Belki Fransa'da şampiyonluk yaşarım, ama şunu unutmayın benim gerçek kupam sizlersiniz."

Okul müdürünün arabasına kadar ona eşlik ettik. Biz omuz omuza durmuş, gözlerimiz dolu dolu onun arabaya binişini izliyorduk. Araba uzaklaşırken sessizliğimizi bozmadan bekledik. Araba ufuktan kaybolunca gözyaşlarımız toprakla buluştu. 

O gece günlüğüme sadece şunu yazabildim:

"Her veda bir pastır. Melek öğretmen pası bana attı. Topla ne yapacağım artık bana kaldı."
spacer

SENİ BASKETBOL TAKIMINA ALDIM | Yeni Bir Diyar, Yeni Bir Sınav (7)

 Bölüm 7

Yeni Bir Diyar, Yeni Bir Sınav

Son turnuvada rakiplerimize göre daha üstün olmamız ses getirmişti. Her yerde, hatta yerel gazetemizde takımımız hakkında övgüler diziliydi. Melek öğretmenin dediğine göre, bazı basketbol ustaları maçlarımızı izlemek istiyormuş. Başarımız, semtin sınırlarını aşarak başka şehirlerde bile duyulmaya başlamıştı.

Seni Basketbol Takımına Aldım

Başarımız sınırları aşmıştı. Malatya Beyler Deresi Spor Vakfı, üç gün konaklamalı Kayısı Festivali Basketbol Turnuvası için bize davet yazısı yolladı. Bu başka bir şehre gidip orada kalmak anlamına geliyordu. Basketboldaki başarımız coğrafi sınırlarından taşıyordu. Bu teklifin içinde yer almak bile bizim için büyük onurdu.

Turnuvada ev sahibi Beyler Deresi, Paris Sein Nehri takımı, Fransa'da göçmen çocuklardan oluşan bir okul takımıydı. Atina Olimpos ise Yunanistan'ın kaybolmuş semtlerinden keşfedilmiş oyuncuların bulunduğu bir okuldu. Uluslar arası bir basketbol havası vardı. Farklı diller, farklı kültürler... Ve biz, İstanbul'un kenar mahallesinde yeşeren genç bir takımdık. 

İçimde bambaşka bir heyecan vardı. İlk kez ailemden ayrı kalacaktım. 16 kişilik basketbol kafilesiyle beş gün sonra otobüs yolculuğuyla Malatya'ya gidecektik. Her antrenmandan sonra soyunma odasında bu yolculuk konuşuluyordu. Meryem ile Reyhan serbest zamanlarda neler yapacaklarını planlıyordu:

"Seninle kıyafetlerimizi değiştirip farklı kombinler yapabiliriz. Ona göre valizini hazırla!" dedi Reyhan, gülümseyerek.

Tuğba ise heyecanını daha coşkulu ifade etti:

"Son ses müzik açıp çılgınlar gibi dans ederiz!" derken heyecanı gözlerinden fışkırıyordu.  "Seninle aynı odada kalmak istiyorum Nina!" dedi.

Yolculuk için valizimi hazırladıktan sonra not defterime aynen şu cümleleri yazdım:

"Hayatımda ilk kez bambaşka bir yerde olacağım. Kendimi WNBA oyuncusu gibi hissediyorum. Deplasmanda yaşanacak maç serisindeymiş gibi... Umarım play off sırası kazanacak sonuçlar alırız."

Kayısı Festivali Basketbol Turnuvası Başlıyor

Uzun bir yolculuğun ardından turnuva gününün geldiği Malatya şehrine vardık. Önce kalacağımız öğrenci yurduna yerleştik. Bizi karşılayan yeni yüzler vardır. Yeni bir şehirde olmanın heyecanıyla çevremizdeki her şeyi büyük bir dikkatle gözlemliyorduk.

"Hoş geldiniz" sesleri yankılanıyor, biz de heyecanla "Hoş bulduk" diyorduk. Malatya'nın ortasından geçen, üzeri renkli ışıklarla süslenmiş deresi beni büyülemişti. Kayısı Festivali için süslenmiş caddeler, ışıl ışıl süzülen Beyler Deresi ve mis gibi kokan meyve kokusu... Bu şehir bizi bağrına basmaya hazırlanıyordu. Her yer bayram yerine dönmüştü.

Odalarımız üçer kişilikti. Odaya çıkmadan önce Melek öğretmen küçük bir toplantı yaptı. 

"Çocuklar, burada artık sizi sadece semtiniz değil, başka şehirden gelen insanlar da izleyecek. Bu turnuvaya özel olarak yetenek avcıları da davet edildi. Hatta Kocaeli ilinden Güngör Yıldırım da burada olacak. Kulaklarınıza küpe olsun diye söylediğim sözümü unutmayın: Başarılı olmak istiyorsanız fundamental, çok tekrar ve detay... İşte şimdi bunu göstereceğiniz bir zamandasınız."

Oda numaralarımızı ve oda arkadaşlarımızı öğrendik. Ben Çiğdem ve Burcu 102 numaralı odada kalacaktık. Bu kombinasyon beni çok sevindirdi. Hem Burcu'yu hem de Çiğdem'i çok seviyordum. İkisiyle aynı odayı paylaşmak bana güç verdi.

Odalarımıza yerleştikten sonra yemekhanede buluştuk. Ardından yaklaşık 45 dakikalık bir toplantıdan sonra turnuvanın açılış maçı için Olimpos'la oynamak için spor salonuna hareket ettik.

Sahaya ısınmak için çıktığımızda herkes çok rahattı. Belki de bir önceki turnuvada kazandığımız şampiyonlukla ilgiliydi. Ama maç başladığında sanki bir duvara çarpmıştık. Atina Olimpos beklenmedik şekilde güçlüydü. Daha maçın ikinci dakikası dolmadan 2-17 ilerdeydiler.

Beni tutan oyuncuyu bir türlü geçemiyordum. Her denememde başarısız oluyor ve bu beni sinirlendiriyor, daha çok hata yapıyordum. Ayşe bu durumu görüp bana destek olmaya çalıştı:

"Hadi Elif! Ayağa kalk!"

Ama top elimden kayıyordu. Bir hücum sırasında Nina topu aldı, coast to coast gitti. Fastbreak atmak için kanattan koşuya başladım. Savunma Nina'yı kapatınca pası bana attı. Topu aldığımda çember önümdeydi, bomboştum. Turnikeye gittim, bir adım, iki adım, sıçradım... Ama geriden gelen adını hiç unutmayacağım 9 numaralı Elene hayallerimi yerle bir eden öyle bir blok yaptı ki, top tribünlere uçtu. Yere düştüğümde koca salon küçücük geldi. Fırlatılan top değil bendim, gözlerim yaşlarla doldu. Kimse görmesin diye formamla gözyaşlarımı sildim. Yenilgilerim... Ahh benim yenilgilerim beni unutmadınız demek...

Melek öğretmen bu pozisyondan sonra mola aldı ve beni oyundan çıkardı. İlk devre boyunca bir daha da oyuna almadı. Mola sırasında Melek öğretmen çok sertti:

"Buraya sizi alkışlamak için getirmedim! Basketbolunuz gelişsin diye getirdim. Kazanmak için mücadele etmeniz gerekir. Ruhunuzu ortaya koyduğunuzda kaybetseniz bile asıl kazanan siz olursunuz."

Bu sözler yüreğime bir ok gibi saplandı. Çiğdem'in elini sıkarak:

"Hatırlıyor musun? Bahçede kuzenlerine karşı oynadığımız 2'ye 2 maçı? Vazgeçmemiştik. Şimdi de vazgeçmeyelim."

Devre bittiğinde 12-33 gerideydik. Önceki turnuvadan dolayı kibir tüm takımı ele geçirdiği için boynumuz bükük odaya yürüdük. Soyunma odasında Melek öğretmen gözlerimizin içine bakarak konuştu:

"Daha çok maç kaybedeceksiniz. Ama her seferinde yüreğinizi ortaya koymazsanız, hiç kazanamazsınız. Gerçek kazanç, skora değil mücadeleye bağlıdır. Şimdi sahaya çıkıp yüreğinizi sahaya koymanızı istiyorum. Bu takımın karakteri budur, karakterinizi gösterin!"

Melek öğretmen, Meryem ve Tuğba'ya savunma ribauntlarının alınması için box-out yapmalarını söyledi. Her ölü topta run and jump baskı yapmamızı, orta kulvarı kapatmamız gerektiğini ve agresif adam adama savunma yapmamızı istedi. Kanatlardan oynanacak tüm pick and roll savunmalarında ikili sıkıştırma taktiğini özellikle vurguladı.

"Hooop 1, 2, 3... Söz!" diye bağırıp sahaya çıktık.

İkinci yarıda Gamze sakatlandı. Melek öğretmen gözümün içine baktı: "Elif!" dedi. Anladım, "ayağa kalkma zamanı" diyerek oyuna girdim. Yardıma yardım pozisyonundayken pas arası yapıp fastbreak'e fırladım.  Reyhan'a asist yaptım. Bu sayı tüm takımı ateşledi. Bu basket sadece 2 sayı değildi, takımın ruhunun sahaya dönmesiydi. Ribauntlarda Meryem ve Tuğba savaşıyordu. Savunmada hatasız oynuyorduk. 11-0'lık seriyle farkı kapattık.

Seyirciler bile bizim için tezahürata başladı: "Yaşa! Bu kızlar pes etmiyor!"

Bir ara farkı 5 sayıya indirdik ama rakip karşılık vermeyi başardı. Maçı 57-49 kaybettik. Yenilmiş olmamıza rağmen ikinci yarıda bambaşka bir takım olmuştuk.

Soyunma odasında Melek öğretmen tek bir cümle kurdu:

"Bu maçı skor tabelasında kaybettiniz. Ama asıl oyunu, yani karakterinizi sahaya koyarak ruhunuzu kazandınız. Tebrikler!"
spacer

SENİ BASKETBOL TAKIMINA ALDIM | Turnuva Günü (6)

 Bölüm 6

Turnuva Günü

"O sabah gözlerimi açtığımda, kalbim göğsümde zıp zıp ediyordu. Geceden beri içimde bir kıpırtı, midemde kelebekler vardı. Bugün ilk maçımın olduğu gündü ve ben uyuyamamıştım bile."


Seni Basketbol Takımına Aldım

Uyandığımda odama hafif bir güneş ışığı sızıyordu. Pencereyi araladım, hava ne sıcak ne de soğuktu. "Tam basketbol havası," dedim kendi kendime.

Benden hemen sonra annem, sonra da babam uyandı. Kahvaltı masası her zamankinden farklıydı. Annem en sevdiğim yumurtayı yapmış, babam da ekmeği kızartmıştı. Küçük kardeşim bile uyanmış bana heyecanla bakıyordu.

Kahvaltı yaparken babam gözlüğünü düzelterek bana döndü:

"Bak kızım," dedi. "Bu sabah senin için sıradan bir gün değil. Heyecanlısın biliyoruz. Ama şunu unutma; maçı kazanman ya da kaybetmen önemli değil. Önemli olan o sahaya yüreğinle çıkman. Sahada cesaretle durduğun her saniye formanı taşıman bizim için bir önemlidir. Seninle gurur duyuyoruz." 

Annem de elimi tuttu:

"Senin o sahaya çıkman bile büyük zaferdir. Yeter ki eğlenmeyi unutma!" dedi.

"Abla basket atınca bana el salla tamam mı?"

Bu sözlerle içimdeki kelebekler özgürleşti. Beni çok güçlü hissettirdi. İşte o gün o kahvaltı masasında kendimle gurur duymaya başladım.


Maça Doğru

Derslerin bitimiyle tüm takım, ablalarımızla birlikte okulun yemekhanesinde buluştuk. Belli ki, Melek öğretmenimizin bizim için yaptığı bir organizasyondu. Benim gibi çaylak oyuncuların yüzlerinde heyecan doluydu. Ablalarımızsa yanımızda bulunarak bize destek oluyordu.

"Ben pota altında elimi kaldırdığımda pası elime doğru at Ayşe!" dedi Meryem heyecanla.

"Ribaundu alırsam Elif'i hızlı hücuma koşturarak ona uzun bir pasla asist yaparım," diye ekledi Ayşe.

"Merak etmeyin," dedi Burcu, "hiçbir kız beni kolay kolay geçemez."

Bu heyecanlı sohbetler yemekhaneyi tatlı bir uğultuya boğdu. Sonunda Melek öğretmenimiz ayağa kalktı:

"Hadi kızlar! Şimdi çıkıp basketbolumuzu oynama zamanı. Ama unutmayın, en önemli şey eğlenmek ve takım olmaktır."

Basketbol sahasına ulaştığımızda turnuvanın ilk maçı oynanıyordu. 50'liler Spor ile karşı mahalenin okulu kozlarını paylaşıyordu. Tribündeki yerimizi aldığımızda gözümüz hemen Esentepespor'a takıldı. Karşıdan sahaya yürürken göründüler. Uzun boylu, güçlü oyuncular. Bir an içimden "acaba baş edebilir miyiz?" diye geçirdim. 

Çiğdem'e döndüm:

"Ne düşünüyorsun? Bu takıma karşı ne yapabiliriz?"

Çiğdem hiç tereddüt etmeden yanıtladı:

"Önemli olan boy değil Elifim. Sahaya çıktığımızda öğretmenizin bize öğrettiklerini ne kadar doğru yaparsak, o kadar güçlüyüz demektir. Fundamental her şeydir."

Bu sözler bana güven verdi. Aklıma Çiğdem'le onun arka bahçesindeki ikiye iki oynadığımız maç geldi. Erkek kuzenlerine karşı oynamış, 21-17 kazanmıştık. Maçı bitiren basketi hala hatırlıyorum. Çember altından kanada güçlü bir kat yapmıştım. Pası aldığımda küçük kuzen karşımdaydı. Çiğdem basket kat yaparak bana ISO oynamam için alan yaratmıştı. Jab step yaparak savunmayı tarttım. Sonra jab cross ile onu geçtim. Stop yaptım, pump fake attım. Küçük kuzen sıçrayınca topu sakince potaya bıraktım.

Bu maçın sonunda annelerimizden aldığımız bir takdir oldu; Çiğdem bana alan açarak takım oyununun gerçek zaferinin önünü açmıştı.

Maç Başlıyor

Soyunma odasında Melek öğretmen son direktifleri verdi. Sonra dip çizgiye tek sıra dizildik. Kaptan Meryem önde, hepimiz onun arkasında sahaya koştuk. Orta yuvarlakta bir küme olduk.

"Bir, iki, üç... Söz!" diye hep bir ağızdan bağırdık.

Isınma sırasında kalbimdeki atış hızı henüz yavaşlamamıştı. Ama terlemeye başladıkça sakinleşme de beraberinde geldi. Artık ayaklarım yere daha sağlam basıyordu. Maça başlamaya hazırdım.

"Çiğdem, Meryem, Elif, Burcu ve Tuğba... İlk beş başlıyor!" dedi Melek öğretmen.

Kenardaki arkadaşlarımızla el tokuşturduk. Hava atışına yerleştik. Meryem sıçrayarak topu kazandı. Top bana geldi. İki dribling yaptım, savunmanın dengesizliğini gördüm. Çiğdem savunmanın arkasına sarkmıştı. Zamanında attığım sektirme pasla Çiğdem topu yakalayıp hiç sektirmeden turnike attı. 2-0 öndeydik.

"Savunmaya dönün! Geriye koşun!" diye bağırdı Melek öğretmen.

Savunmaya geçtik. Adam adama oynadık. Esentepespor'un paslaşmaları sırasında Tuğba araya girdi ve topu çaldı. Çiğdem ve ben kanatlardan hızlı hücuma koştuk. Tuğba topu hızlıca sürdü ve Çiğdeme pas attı. Çiğdem de hemen topu bana gönderdi. Bir baktım ki potayla aramda kimse yok. Çembere yaklaşarak el alttan turnikemi attım. Ve... basket!

Top çemberden geçerken zaman sanki durdu. Bu benim hayatımda attığım ilk basketti. Tribünlerdeki alkışları duyunca gözlerim doldu ama kendimi tuttum. "Bu daha başlangıç," dedi içimden.

Maç boyunca biz daha çevik ve organize oynadık. Esentepespor bizen daha iri olsa da takım oyunumuz karşısında etkisiz kaldılar.

Son korna sesiyle skor tabelasında 41-25 yazıyordu. Biz kazanmıştık. Sahada herkes bir birine sarıldı. Meryem'le Reyhan havaya zıplayıp çığlık attı. Ayşe, Tuğba ve Burcu mutluluktan gülüyordu. Çiğdem bana dönüp yumruğunu uzattı. Yumruklarımız birleşirken gözlerimiz parlıyordu.

Melek öğretmenimiz saha kenarında el çırparak bize yaklaştı. Yanımıza geldiğinde hepimiz onu pür dikkat dinledik.

"Kızlar," dedi yumuşak ama kararlı bir sesle. "Bugün sadece bir maçı kazanmadınız. Bugün kendinize inandığında neler yapabileceğinizi hepimize gösterdiniz. Rakibin boyları uzun olabilir, güçleri fazla olabilir ama siz takım olarak oynadınız. Cesur oynadınız. Fundamental dediğimiz o temel şeyler var ya... İşte onları kalpten yaptınız. En önemlisi birbirinize inandınız."

Sonra başını hafifçe eğip hepimize konuşur gibi devam etti:

"Basketbol sadece bir spor değildir. Sahada ne yapıyorsan hayatta da onu yaparsın. Bugün sahada korkmadan oynayan sizler, yarının cesur kadınları olacaksınız."

Hepimizin gözleri doldu ama kimse ağlamadı. Sadece birbirimize  daha sıkı sarıldık. Bu kucaklaşmada hem maçın coşkusu hem de hayatın ilk büyük sınavını geçmenin gururu vardı.

Melek öğretmen daha sonra şunları ekledi:

"Bugün ilk maçtı. Daha nice maçlar oynayacaksınız. Bazen kazanacak, bazen kaybedeceksiniz. Ama bugün hissettiklerinizi unutmayın. Çünkü bu duygular gerçek bir takımın kalbidir."

Ardından elini ortaya doğru uzattı:

"Şimdi birlikte bağırıyoruz: Bir, iki, üç..."

"Söz!" diye hep bir ağızdan bağırdık.

İşte o an, turnuvanın o ilk günü, hayatımın unutulmaz anlarından biri oldu. 
spacer

SENİ BASKETBOL TAKIMINA ALDIM | İlk Turnuva Heyecanı (5)

 Bölüm 5

İlk Turnuva Heyecanı

Antrenmanlara başladığım ilk günden bu yana üç ay geçmişti. Günlerin nasıl geçtiğini bile anlamadım. Basketbol antrenmanlarının yapıldığı saha beni yürekten çağıran, ait olduğum bir yer hissi veriyordu. Antrenmanlarıma erkenden giderek öğrendiğim hareketleri tekrar ediyordum. Melek öğretmenin gösterdiği şut tekniği üzerinde özellikle çalışmalar yapıyordum. Eskiden potaya bile yetişmeyen üç sayılık atışlarım artık yerini buluyor. Hatta bazen fileyle buluşan o sesi veriyor. Çuf.


Seni Basketbol Takımına Aldım

Antrenmanlar yapılırken, takım arkadaşlarımdan Çiğdem ile çok yakın arkadaş olduk. Çiğdem hem takım  hem sınıf arkadaşımdı, hem de en büyük destekçilerimden biriydi. Okulda, tenefüsste hatta bazen de sınıfta fısıltıyla basketbol konuşuyorduk. "Bu hafta sonu ayak çalışmaları yapalım mı?" diye sorduğu bir gün bana şunu dedi:

"Babam arka bahçemize bir pota kurdu, istersen hafta sonu bize gel birlikte basketbol oynayalım."

İlk gittiğimde gözlerime inanamadım. Arka bahçede toprağın üzerinde yükselen tahta direkler üzerinde el yapımı bir pota vardı. Potayı Çiğdem kendi elleriyle boyamış hatta potanın kenar çizgilerini de yapmıştı.

"Babam demirciden bu çemberi yaptırmış, görünce büyülendim." dedi gururla.

Ben de büyülenmiştim. Toprak zemin, ayaklarımın altına yumuşacık bir his veriyordu. Zıplayınca çamura basar gibi oluyordu ama yine de çok güzeldi. Toprak zeminde topu sektirmek zor olduğundan daha güçlü dribling yapmam gerekiyordu ama bu benim için bir fırsattı. Çiğdem ile antrenmanın olmadığı günlerde burada buluşup, saatlerce basketbol oynuyorduk. Dribling becerilerim bu sayede çok gelişti.

Bir gün antrenmana başlamak için Melek öğretmen düdüğünü çaldı. Alkışlayarak orta yuvarlakta toplandık. Melek öğretmenin yüzünde bir gülümseme ve heyecan vardı. 

"Çocuklar," dedi, "bugün size güzel bir haberim var." Uzun süredir antreman yapıyorsunuz ve öğrendiklerinizi göstermek için şimdi karşınıza güzel bir fırsat çıktı. Önümüzdeki hafta sonu Esentepespor ile maçınız olacak!"

"Yaaşaasııın!" diye bir anda bağırdık. O an sevinçle zıplayanlar, birbirine sarılanlar oldu. Ben ise içimden "ilk maçım..." diye geçirdim. 

Melek öğretmen sözlerine devam etti:

"Bu bir dostluk turnuvası olacak. 50'ler spor kulübü ve karşı mahallenin okul takımı da turnuvada olacak. Dört takımın olacağı bu turnuvada kazanmaktan çok eğlenmeniz benim için önemli. Ama her şeyden önemlisi, güçlü yanlarımızı ve geliştirmemiz gereken taraflarımızı göreceğiz."

Kafamda hemen bir maç canlandı, Zeynep ablanın son saniye turnikesi... gözümde o anlar yeniden oynandı.

Skor 43-43'tü. Maçın bitimine 19 saniye kalmıştı. Rakibin en iyi oyuncusu Nina topu aldı. Ama karşısında Zeynep abla vardı. Nina, bir sağa bir sola gitmeye çalıştı ama her hamlesinde Zeynep abla bir gölge gibi onun karşısındaydı. Nina çembere gidemeyince köşeye doğru pas atmak zorunda kaldı. Köşede atılan şutta Zeynep abla harika bir box out yaparak ribaundu aldı. Tabelaya baktığımda 7 saniye kalmıştı. Zeynep abla hemen elindeki topla coast to coast koşusu yaparak birden bire sahayı ikiye böldü. Sağa dribling, sonra bir crossover, Nina geride kalmıştı. Zeynep abla turnikeye başlarken Helen savunmaya yetişti. "Aman tanrım blok yapacak!" dedim içimden. Ama Zeynep abla havadayken kıvrak bir hareketle çemberin tersinden turnikeyi bıraktı. Potaya çarpan top çembere değip sayı olmasıyla korna çaldı.

Maç bitmişti. 45-43 kazanmıştık.

İşte o maçtan sonra Zeynep abladan coast to coast öğrenmeye başladım. Her antrenmanda Zeynep abla bana birkaç tüyo veriyordu. Bir gün Melek öğretmen beni yanına çağırdı:

"Elifciğim, bakalım coast to coast becerilerin nasıl gidiyor?" dedi.

Bazen iyi yapıyordum, bazen kötü ama denemeye devam ediyordum.

Antrenman sonunda Melek öğretmen bize maçlarda giyeceğimiz formaları verdi. O an kalbim daha hızlı atmaya başladı. 

"Elif, senin forma numaran 14," dedi.

14 numarayı elime aldığımda üzerindeki yazılara, kumaşın dokusuna uzun uzun baktım. Bu ilk maçımda giyeceğim formaydı. Formamı giydiğimde kendimi ablalarımla oynayan biri gibi hissettim. 

Maç günü yaklaşırken kendimi hayatımda ilk defa bir basketbolcu gibi hissetmeye başlamıştım.
spacer

TANITIM | Seni Basketbol Takımına Aldım

Tanıtım 

Çok çeşitli yerlerden destek alarak "Seni Basketbol Takımına Aldım" isimli bir roman yazmaya çalıştım. Yazarken pek çok hata yaptım. Yazım hatalarından, anlatım bozukluklarına, yazarken kullandığım dile kadar. Ama yine de basketbol hikayesini yazmaya devam ettim. 

Yaklaşık üç yıl süren bu yolculuğumda öncelikle basketbol hayatımda yaşadığım anılar, anılarımdaki zaman zaman gerçek kişilikler, yazarken desteklerini esirgemeyen öğretmen arkadaşlarım, öğrencilerim ve birlikte çalıştığım basketbol oyuncularına teşekkür ederim.

Seni Basketbol Takımına Aldım

Seni Basketbol Takımına Aldım, Neyi Anlatıyor?

Seni Basketbol Takımına Aldım, bir çocuğun basketbola, arkadaşlığa ve adalete duyduğu inancın öyküsüdür. 

Elif, utangaç ama yetenekli bir öğrencidir. Melek öğretmenin onda yaktığı umut ateşi, onu basketbol sahalarında kendini bulduğu bir yolculuğa çıkarır. Ancak hayat her zaman adil değildir. Takımın başına gelen Bekir koçla birlikte mücadele sadece rakip takımlara karşı değil, sisteme ve adaletsizliğe karşı verilir.

Elif'in liderliğinde büyüyen bu küçük takım; sadece şampiyonluk için değil, bir arada durmanın, birlikte başarmanın ne anlam ifade ettiğini anlatıyor.

"Melek'in Son Sesi" olarak adlandırdıkları son sezon, sahadaki basketlerden daha önemli şeyleri anlatır: Bir pasın değiştirebileceği hayatları.

Bu hikaye, genç basketbolcu adayları ve hayal kuran herkes içindir. Çünkü bazı paslar sadece sahada değil, hayatın ta kendisinde atılır.

Hikayede Hangi Konular İşlenmiştir?

Basketbol hikayesinde; liderlik, kadın dayanışması, değişimle başarılan uyum, adaletsizliğe karşı sisteme baş kaldıran sessiz direniş, basketbol ruhunun tutkuyla birleşmesi ve gençlerin seslerini bularak hayallerinin peşlerinden gitmeleri işlenmiştir.

Seni Basketbol Takımına aldım hikayesinin düzenlemesinde yapay zekadan yardım aldım. Bu yardımlardan da pek çok şey öğrendim. Hikayede zaman zaman gerçek karakterleri de işlemeye çalıştım.

Basketbol büyüsünü hayatıma koyarak bana yol çizen basketbol ustalarıma, arkadaşlarıma ve benden sonraki nesile minnetle...

Bazı paslar sadece sayı getirmez, hayat ta değiştirir.

spacer

SENİ BASKETBOL TAKIMINA ALDIM | Basketbol ve Hayaller (4)

Bölüm 4

Basketbol ve Hayaller

Odamı baştan aşağı düzenledim. Eskiden eşyalar her yerdeydi; dağınık, karmakarışık bir görüntü vardı. Ama şimdi her şey yerli yerinde. Raflarım, kitaplarım, kalemlerim... Artık odam, tıpkı bir basketbol takımındaki oyuncular gibi düzen içerisinde  duruyor. Annem bu halime şaşıyor.
 

seni basketbol takımına aldım

"Ne oldu da böyle değiştin?" diye soruyor.

Ama ben biliyorum. Şaşıracak bir şey yok. Bu basketbolun bir mucizesi. Basketbol, hayatıma düzen, renk ve çok çalışmanın gücünü kattı. Sistemli olmayı ve disiplinli çalışmayı öğretti. Şaşırma anne bu tamamen basketbolun sihridir.

Odamın kapısına bir levha astım. Şöyle yazıyor:

"Boyalı Bölge: 3 saniye koridoruna girmek üzeresiniz. Lütfen süreyi aşmayınız."

Levhanın şekli, tıpkı üç saniye koridoru gibi yamuk bir geometriydi. Kırmızı bir yamuk çizdim. Yamuğun çizgilerini beyaza boyadım. Hatta faul çizgisi üzerindeki daireyi de ekledim. Boyalı bölgenin içindeki kesik çizgilerle dışardaki beyaz çizgiler birleşince daire oluştu. Şekil artık basketbola özgü bir hale gelmişti.

Boyalı bölge terimine "paint" dendiğini daha sonraları öğrendim. Ama orası benim için hala boyalı bölgedir. Levha kapıda durdukça odam sadece bir oda değil, hayallerimin basketbol sahası oldu.

Odama her girdiğimde kendimi gerçek bir basketbolcu olarak hayal ediyordum. Rub off cut (perdeyi kullanarak rakipten kurtulup top alma tekniğidir.) yaparak savunmanın arkasına sıyrılıyor, topu alıp hızla içeri giriyordum. Ardından kendimi yatağıma atıyordum. Bu benim iki sayılık basketim oluyordu. 

Bazen bana faul yapıldığını hayal ediyordum. Yatağımdayken serbest atış çizgisine gittiğimi hayal ediyor ve atışı canlandırıyordum.

Sağ ayak baş parmağımı çemberi gösterecek şekilde serbest atış çizginin önüne yerleştiriyordum. Bir iki sakin dribling yaptıktan sonra nefesimi burnumdan alıp ağzımdan "hoof" diye veriyordum. Ayaklarımla yukarı yaylanarak kolumu uzatıp bilek atışıyla şutumu atıyordum.

Ve en sevdiğim an geliyor:

"Çuf."

Top çembere değmeden fileden geçen topun çıkardığı ses içimi kıpır kıpır ediyordu. Sanırım bu sesi çok sevdiğim için faul atışlarında çok başarılıyım. Hatta ablalarımda bile daha iyi serbest atış atan biri olarak onlardan takdir topladım.

Basketbola olan sevgim sadece oyunla sınırlı değil. Odamda asılı olan posterlerin yerini basketbolcuların posterleriyle değiştirerek basketbolu hayatımın merkezine getirdim. Kapımda bir tanesi var ki, en sevdiğim posterlerden biridir. Bir gazetenin hafta sonu ekinden kopardığım Ülkü ablanın posteri.

Yatağımda uzanırken her postere baktığımda hemen hayallere dalarak onun gibi maçtaki pozisyonları yaşıyorum. Ülkü abla ulusal bir yıldızdır. Poster, elinde "en değerli oyuncu" ödülüyle maçın yorgunluğuna rağmen oyunu tüm kalbiyle oynayan gururlu büyük bir oyuncunun ruhunu yansıtıyor. 

Basketbola dair bu hayali kurduğumdan beri parkede yürüdüğümde ayağımda çıkan gıcırtı sesini duyuyorum. Alt tarafı bir gıcırtı gibi gelebilir belki ama benim için umut, hedef ve heyecanı ifade ediyor. 

Elime topumu alıyorum, bir iki kez sektirip boyalı bölgeye girerek şutumu atıyorum.

Çuf. işte bu ses basketbolun sesidir.
spacer

SENİ BASKETBOL TAKIMINA ALDIM | Basketbol Sahası (3)

Bölüm 3

Basketbol Sahası

"Basketbol sahası dikdörtgen şeklindedir. Sahada yamuk, daire ve yarım daire gibi geometrik şekillerle düz ve kesik çizgiler yer alır.. Bu şekillerin ve çizgilerin hem adı vardır hem de oyun kuralları için bir anlamı bulunur"

seni basketbol takımına aldım

Basketbolun hayatımda yavaş yavaş ne kadar önemli bir yer edinmeye başladığını hissediyordum. Artık eskisi gibi oynadığım oyunları oynamıyordum. Zaten o oyunları sonucu da belliydi. Kaybeden devamlı ben oluyordum. Tüm oyunlarımın tabelası benim yenilgimi gösteriyordu. Benden ne beklenirdi ki? Sıkıcı, insanlarla ilişki kuramayan, sessiz, kalabalıktan kaçan, saklanan ve sinmiş biriydim. 

Basketbol hayatıma girdikten sonra, ben bile kendimi tanıyamaz oldum. Oysa ben bile benimle arkadaş olmak istemezdim. Artık başka bir bireyim. İçimde yepyeni bir filiz yeşeriyordu. Bir amaç; Zeynep abla gibi basketbol oynayabilmek. Kazanmak ya da kaybetmekten de öteydi. Basketbol oynarken bir ressam gibi güzel tablolar çizmek istiyordum. Basketbol benim için artık bir estetik olmuştu.

Bu yüzden antrenmanlarda Melek öğretmeni can kulağıyla dinliyor, onun istediği her hareketi dikkatle yapmaya çalışıyordum. Melek öğretmen bana her "aferin Elif" dedikçe içimde bir şeyler parlıyor, hareketleri yapmak için daha çok gayret ediyordum.

Antrenmanlara gün geçtikçe daha fazla uyum sağlıyordum. Antrenmanlara erken gidiyor, ablalarımı izleyerek onlardan bir şeyler de öğreniyordum. Sıra bize geldiğinde antrenman başlama düdüğü başlayana kadar öğrendiklerimi tekrar eder ablalarımdan kaptığım hareketleri çalışırdım.

Melek öğretmen düdük çaldığında herkes orta sahadaki dairede toplanırdı. Melek öğretmen o gün ne yapacağımızı söylerdi.

"Çocuklar bugün pas konusu işleyeceğiz. Pas bizim için çok önemli bir tekniktir. Tekniğe basketbol dünyası fundamental der. Bu kelime dünyanın her yerinde aynı anlamda kullanılır. Teknik. Ben de sizlere oyunu öğretirken basketbolun diliyle konuşacağım. Siz de basketbol terminolojisini öğrenirseniz ilerde daha rahat basketbol oynayabilirsiniz."

"Temel beceri tekniklerine fundamental diyoruz. Pas da bu tekniklerden biridir. Aynı zamanda paylaşma duygusunu size kazandırır. Yardımlaşmayan, paylaşmayan bir takım aile olamaz. Aile olmayı başarırsak birlikte kazanır, birlikte kaybeder ve birlikte öğreniriz."

Kimse birşey demeyince Melek öğretmen basketbol hakkında teknik bilgileri anlatmaya devam etti:

"Pas, basketbolcuların en çok kullandığı temel tekniklerden biridir. Bugün göğüs pasını çalışacağız. Göğüs pasını atmak için topu iki elimizle yandan kavrarız. Baş parmaklarımız ters V harfi gibi hizalanmalıdır. Ayaklarımız omuzlarımız kadar açık, dizlerimiz hafifçe bükülüdür. Top çenemizin altında ve gövdeden biraz uzak tutulur"

"Göğüs pasını atmak için topu karnımızdan çenemize doğru ters C harfi çizerek atarız. Pas atılırken kollarımızı iyice öne doğru uzatırız. Top elden çıkarken avuçlarımız dışarı dönerken, baş parmaklarımız yeri gösterir. İşaret parmağımızsa pası atacağımız hedefi gösterir. Top hedefe giderken güçlü ve düz bir çizgide gitmelidir. Bunu yaparsanız iyi bir pas atmış olursunuz."

"Unutmayın, pası atan da yakalayan da görevini düzgün yapmalıdır. Pas istenen yer net olmalıdır. Pas istenilen hedefe gönderilmelidir. Şimdi ikili gruplara bölünüp her grupta bir top olacak şekilde ikililer karşı karşıya dizilsin. Düdüğümle birlikte göğüs pası yapacağız."

Basketbol sahasında Selin'le eşleşerek göğüs pası çalışmaya başladık. Attığım paslar o kadar güzeldi ki, inanamıyordum. Paslarım hızlı ve çabucak hedefe ulaşıyordu. Ama Selin'in iyi değildi. İçimden attığı kötü paslardan dolayı ona çok kızarken Melek öğretmenin söyledikleri aklıma geldi. Selin'e yardımcı olmaya karar verdim. Onun daha iyi pas atması için ona daha kuvvetli çabuk paslar atmaya başladım. Sonra da ona bazı tavsiyelerde bulunca Selin'in de pasları düzelmeye başladı.

Antrenmandan çok büyük keyif aldım. Antrenmanın bitmesini hiç istemiyordum. Antrenmanın sonu geldiğindeyse Melek öğretmen iki tane yarışma yaptırdı. Bu yarışmaların birinde ikinci diğerindeyse birinci oldum. 

Basketbol hayatıma girdiğinden bu yana kazanmayı da öğrenmeye başlıyordum. Artık sadece kaybeden değildim. Her oyunu kaybeden ezik çocuk Elif gitmiş onun yerine kendine güvenen, geleceğin basketbolcu adayı Elif gelmişti.

Paslaşmanın yardımlaşma olduğunu öğrendim. Selin'e yardım etmenin keyfi ve kazanmanın verdiği mutlulukla eve gittim.

spacer

SENİ BASKETBOL TAKIMINA ALDIM | Zeynep Ablaya Hayranlık! (2)

 Bölüm 2

Zeynep Ablaya Hayranlık!

O hafta evimizde bir maç vardı. Ben ilk defa bir basketbol maçı izleyeceğim için heyecanlıydım. Yalnız mı gitsem diye düşündüm ama sonra annemin yanımda olması beni rahatlatır diye düşünerek anneme maça birlikte gitmeyi teklif ettim.

Annem maça gitme teklifimi kabul etti.

seni basketbol takımına aldım

"Seni basketbol takımına aldım."
Bu söz kulaklarımda çınlıyordu. Kalbimse pıt pıt atıyordu. Maç gününün gelmesini bir türlü bekleyemiyordum. Bayram sabahı gibi bir heyecan tüm bedenimi sarıyordu.

Maçtan bir gün önce Melek öğretmen okul takımıyla bir toplantı düzenledi. Biz çaylakların da toplantıya katılmasını istedi. Toplantıya katılacak olmak kalbimi kocaman yaptı. Kalbim sanki göğüs kafesine sığmıyor gibi oldum.

Yine bir oyun oynamaya karar verdim. Toplantı odasına girecek ilk kişi olmak istedim. Arkadaşlarımdan, ablalarımdan ve Melek öğretmenden korktum. Yine de kendimle oyunumu oynadım. Toplantı odasına girme oyununu kaybettim. Kazanabilir miydim? Bilmiyorum. Belki bu sefer isteyerek kaybettim.

Takım toplantı odasındaki yerini aldıktan sonra Melek öğretmen de içeri girdi. 

"Sezonun ilk maçını seyircimiz önünde oynayacağız," dedi.
"Kaybedersek üzülmeyin, kazanırsak da abartıya kaçmadan sevinin. Basketbolun doğasında hem kazanmak hem de kaybetmek vardır." dedi.

Ben kaybetmenin ne olduğunu biliyorum. Az önce toplantı odasına ilk girme oyununu kaybettim. Kaybetmek bana yabancı olan bir durum değil.

Melek öğretmen, toplantıda takımın neler yapmasını gerektiğini anlattı:

"Kazanırsanız, rakibi kırmadan sevinin. Tebrik edin. Kaybederseniz, yıkılmak yerine önce rakibi alkışlayın; sonra nerede eksik kaldık, onu düşünün." dedi.

Ben de içimden " oyunlarımı her kaybettiğimde bunu yapıyorum ama bir türlü kazanamıyorum." dedim.

"Sportmenlik bizim için çok önemlidir." dedi Melek öğretmen.
"Rakibe, kendinize, seyircilere ve hakemlere saygı göstermelisiniz. Hakemler de insandır, hata yapabilirler. Onları yargılamak bize düşmez." 

Bu sözler o gün içimde bir yerlere kazındı. Hala şuramda duruyor.

Toplantının bitimiyle ablalar ertesi günkü maçın hazırlıkları için basketbol sahasına geçerken ben de içimde bir heyecanla eve gitmek için yola koyuldum. Yolda yürürken ertesi günkü maçı düşündüm. Evdeki eski gazetelerden kestiğim basketbol küpürleri aklıma geldi. Acaba maçta o sahneleri görebilecek miyim? Bu çoşkuyla içimi büyük bir umut kapladı.

Ertesi gün annemle birlikte tribünlerdeki yerimizi aldık. Basketbol sahası bayram yeri gibiydi. Tribünler dolarken takımımız ısınıyordu. Melek öğretmen sahada dev gibi duruyordu. İçimden bir ses "basketbol şenliği başlıyor." dedi.

Oyun başlarken ilk beşimiz; Zeynep, Ayşe, Tuba, Reyhan ve Meryem abladan oluştu. Hava atışından önce trübünler alkışlarla doldu. 

Hava atışında Meryem abla 13 numarayla kapıştı. Hakem topu havaya attı. Meryem abla topu Tuba ablaya çeldi. Tam o sırada Zeynep abla, sanki zemine basmadan uçarak rakip çembere doğru gitti.  Tuba abla da Zeynep ablaya uzun bir pas attı.  22 numaralı oyuncu topa uzandı ama top onun parmak uçlarından süzülerek Zeynep ablanın elleriyle buluştu. 

Zeynep abla topu yakaladı. Bir, iki adım attı... Basketbol topunu panyaya attı. Oradan seken top çembere değerek fileden usulca süzülüp yere düştü.

Salon "Oleeeyy!" sesleriyle inledi. Tabela 2-0 öne geçtiğimizi yazdı.

O an tüm benliğimle Zeynep ablaya doğru müthiş bir duygusallığa kapıldım. Maç boyunca ondan gözlerimi alamadım. Her hareketini dikkatle izledim ve kendime bir söz verdim.

"Ben de bir gün Zeynep abla gibi olacağım. Ne olursa olsun bunun için çok çalışacağım."

Yaşa Zeynep abla!
spacer

SENİ BASKETBOL TAKIMINA ALDIM | İlk Temas (1)

Bölüm 1

İlk Temas 

Okul hayatıma erkenden alışmıştım. Çok seviyordum okulumu. Her sabah erkenden kalkar, kahvaltımı yapar, evde kimseyi uyandırmadan sessizce dışarı çıkardım. Çünkü okul bahçesine ilk giren öğrenci ben olmak isterdim. Her sabah amansız bir yarış varmış gibi heyecanla yollara dökülürdüm. Hiçbir sabah yarışı kazanamazsam da her gün yeniden denemekten vazgeçmezdim.


basketbol hayatım

Teneffüsler benim için ayrı bir mutluluktu. Anlamını düşünmeden oradan oraya koşmak dünyadaki en eğlenceli şeydi. Zil çaldığındaysa sınıfa ilk giren yine ben olmak isterdim. Bu oyunda da nefes nefese kalırdım ama bir türlü kazanamazdım. Yine de vazgeçmezdim. Çünkü oyunları ben uydurdum her defasında kaybetsem de...

Yine bir teneffüstü. Arkadaşlarla pet şişeden yapılan topla çılgınca futbol oynuyorduk. Bu oyunda biraz iyiydim. Ama diğer oyunlar gibi sonunda yine kaybederdim. En çok Burcu topu benden kapınca mutlu olurdum. Sonuçta en yakın arkadaşımdı. Bari beni o yensin. Yine kaybediyorum... tıpkı Selim gibi.

Bu kaybetmelerin birinin olduğu sırada elinde kavak ağacından alınmış bir sopayla Melek öğretmen yanımızda belirdi. Melek öğretmeni o andan beridir elinde bir kavak ağacından alınmış sopayla hatırlarım. Meğer onu çok seviyormuşum. Seni çok seviyorum Melek öğretmenim. Umarım ışıklar içinde beni izliyorsun. Sen olmasaydın, bugün çok sevdiğim ve kendimi başarılı bir şekilde içinde bulduğum basketbol hayatım da olmazdı.

"Adın ne senin bakalım?" diye sordu Melek öğretmen.
"Elif öğretmenim," dedim.
"Seni basketbol takımına aldım. Hafta sonu basketbol sahasında ol," dedi.
"H-hayır... Ben basketboldan nefret ederim. Basketbol oynamak istemem!" dedim.

Cümlemin bitimiyle kavak ağacından yapılmış sopanın kalçamda bıraktığı o ani ve derin acıyla irkildim.  Gözlerimden usulca iki damla yaş süzüldü. Bir sol yanağımdan, biri sağ yanağımdan.

"Tamam öğretmenim," dedim korkuyla.

Ertesi sabah, her zamankinin aksine ilk defa okula gitmek istemedim. İlk defa kaybedeceğim oyunlara başlamak istemedim. İçimde anlam veremediğim bir korku vardı.

Spor salonuna girdiğimde gözlerime inanamadım. Salonda okuldaki ablalarım basketbol oyunuyordu. Kenarda, tıpkı benim gibi ürkek çaylaklar onları hayranlıkla izliyordu. Ablaları izlediği o ilk anda kendimi bulutların üzerinde hissettim. Basketbol sanki beni kalbimden bir yerde tutarak kendisine bağladı.

Melek öğretmeni daha önce sahadaki gibi bir haliyle hiç görmemiştim. Başka bir enerjiyle sahadaydı. Tüm varlığıyla sahada birşeyler anlatıyor, gösteriyordu. Ablalar da onun her isteğini harfiyle yerine getirmeye gayret ediyordu. 

"Melek öğretmen neden okulda böyle değil?" diye içimden bir ses geçirdim.

Okul bahçesinde onu gördüğümde hep ondan uzak durmak isterdim. Ama nedense şimdi ona doğru gitmek istiyorum. Hatta ona sarılmak istiyorum.

Ve sıra kenarda bekleyen bizim gruba geldi. Basketbolla ilk temasımın olduğu, basketbolun kalbime sızdığı ilk o ana... 

Hani bir söz vardır: "Usta, çırağa ilk görevi verdiğinde çırak o işe ait oldğunu anlar." 

Ben de basketbol topunu ilk elime aldığımda hayatımın ana damarımı tuttuğumu anladım, derinden hissettim.

"Şimdi topu yere vurdurarak sektireceksin, tamam mı?" dedi Melek öğretmen.
"Tamam öğretmenim" dedim.
"Yapabilir misin?"
"Evet öğretmenim."
"Yap bakalım."

Basketbolla olan bu ilk diyaloğum ne güzeldi. Antrenmanımız sanırı yetmiş beş dakika sürdü, ama bana on dakika gibi geldi. Demek ki Zamanspor'a da yenildim. 

Ertesi sabah ablaları izlemek için yine erkenden kalktım ve koşa koşa basketbol sahasına gittim. Ama salon boştu. Antrenman yokmuş. İçimde derin bir üzüntü belirdi. 

"Keşke her sabah ve her akşam antrenman olsa..." diye iç geçirdim.

Basketbolun büyüsüne kapılmıştım artık. İçimde bir mutluluka eve geri döndüm.


spacer