Bölüm 1
İlk Temas
Okul hayatıma erkenden alışmıştım. Çok seviyordum okulumu. Her sabah erkenden kalkar, kahvaltımı yapar, evde kimseyi uyandırmadan sessizce dışarı çıkardım. Çünkü okul bahçesine ilk giren öğrenci ben olmak isterdim. Her sabah amansız bir yarış varmış gibi heyecanla yollara dökülürdüm. Hiçbir sabah yarışı kazanamazsam da her gün yeniden denemekten vazgeçmezdim.
Teneffüsler benim için ayrı bir mutluluktu. Anlamını düşünmeden oradan oraya koşmak dünyadaki en eğlenceli şeydi. Zil çaldığındaysa sınıfa ilk giren yine ben olmak isterdim. Bu oyunda da nefes nefese kalırdım ama bir türlü kazanamazdım. Yine de vazgeçmezdim. Çünkü oyunları ben uydurdum her defasında kaybetsem de...
Yine bir teneffüstü. Arkadaşlarla pet şişeden yapılan topla çılgınca futbol oynuyorduk. Bu oyunda biraz iyiydim. Ama diğer oyunlar gibi sonunda yine kaybederdim. En çok Burcu topu benden kapınca mutlu olurdum. Sonuçta en yakın arkadaşımdı. Bari beni o yensin. Yine kaybediyorum... tıpkı Selim gibi.
Bu kaybetmelerin birinin olduğu sırada elinde kavak ağacından alınmış bir sopayla Melek öğretmen yanımızda belirdi. Melek öğretmeni o andan beridir elinde bir kavak ağacından alınmış sopayla hatırlarım. Meğer onu çok seviyormuşum. Seni çok seviyorum Melek öğretmenim. Umarım ışıklar içinde beni izliyorsun. Sen olmasaydın, bugün çok sevdiğim ve kendimi başarılı bir şekilde içinde bulduğum basketbol hayatım da olmazdı.
"Adın ne senin bakalım?" diye sordu Melek öğretmen.
"Elif öğretmenim," dedim.
"Seni basketbol takımına aldım. Hafta sonu basketbol sahasında ol," dedi.
"H-hayır... Ben basketboldan nefret ederim. Basketbol oynamak istemem!" dedim.
Cümlemin bitimiyle kavak ağacından yapılmış sopanın kalçamda bıraktığı o ani ve derin acıyla irkildim. Gözlerimden usulca iki damla yaş süzüldü. Bir sol yanağımdan, biri sağ yanağımdan.
"Tamam öğretmenim," dedim korkuyla.
Ertesi sabah, her zamankinin aksine ilk defa okula gitmek istemedim. İlk defa kaybedeceğim oyunlara başlamak istemedim. İçimde anlam veremediğim bir korku vardı.
Spor salonuna girdiğimde gözlerime inanamadım. Salonda okuldaki ablalarım basketbol oyunuyordu. Kenarda, tıpkı benim gibi ürkek çaylaklar onları hayranlıkla izliyordu. Ablaları izlediği o ilk anda kendimi bulutların üzerinde hissettim. Basketbol sanki beni kalbimden bir yerde tutarak kendisine bağladı.
Melek öğretmeni daha önce sahadaki gibi bir haliyle hiç görmemiştim. Başka bir enerjiyle sahadaydı. Tüm varlığıyla sahada birşeyler anlatıyor, gösteriyordu. Ablalar da onun her isteğini harfiyle yerine getirmeye gayret ediyordu.
"Melek öğretmen neden okulda böyle değil?" diye içimden bir ses geçirdim.
Okul bahçesinde onu gördüğümde hep ondan uzak durmak isterdim. Ama nedense şimdi ona doğru gitmek istiyorum. Hatta ona sarılmak istiyorum.
Ve sıra kenarda bekleyen bizim gruba geldi. Basketbolla ilk temasımın olduğu, basketbolun kalbime sızdığı ilk o ana...
Hani bir söz vardır: "Usta, çırağa ilk görevi verdiğinde çırak o işe ait oldğunu anlar."
Ben de basketbol topunu ilk elime aldığımda hayatımın ana damarımı tuttuğumu anladım, derinden hissettim.
"Şimdi topu yere vurdurarak sektireceksin, tamam mı?" dedi Melek öğretmen.
"Tamam öğretmenim" dedim.
"Yapabilir misin?"
"Evet öğretmenim."
"Yap bakalım."
Basketbolla olan bu ilk diyaloğum ne güzeldi. Antrenmanımız sanırı yetmiş beş dakika sürdü, ama bana on dakika gibi geldi. Demek ki Zamanspor'a da yenildim.
Ertesi sabah ablaları izlemek için yine erkenden kalktım ve koşa koşa basketbol sahasına gittim. Ama salon boştu. Antrenman yokmuş. İçimde derin bir üzüntü belirdi.
"Keşke her sabah ve her akşam antrenman olsa..." diye iç geçirdim.
Basketbolun büyüsüne kapılmıştım artık. İçimde bir mutluluka eve geri döndüm.
Devamını Oku...