Okul hayatıma erkenden alışmıştım. Çok seviyordum okulumu, her sabah çok erkenden kalkar kahvaltımı yapar ve evde kimseyi uyandırmadan hemen çıkmak isterdim. Çünkü okul bahçesine her sabah ilk ben girmek isterdim. Bunun için Allah'ın her sabahı kıyasıya bir kazanma yarışı içerisinde okula giderdim. Hiç kazanmazdım ama gene de denerdim.
Teneffüsleri çok severdim, arkadaşlarımla anlamsız bir şekilde oradan oraya koşmak bana büyük bir keyif verirdi. Zil çaldığında da sınıfa ilk giren hep ben olmak isterdim, bir nefeste koşardım sınıfa ama yine yenilen ben olurdum. Kendi kendime kurduğum tüm oyunların sonunda hep kaybeden tarafta oluyordum. Bir türlü oyunları da bırakmıyordum.
Yine bir teneffüstü ve bu kez kadınlı erkekli pet şişeden top yapmış çılgınca futbol oynuyorduk, bak işte bu oyunda iyiydim bir türlü topu ayağımdan kimse alamazdı, topu kaybetme sürecim uzun sürerdi. Oyunun sonunda yine de topu kaybederdim. Bu kaybetmelerimde en çok Burcu yapınca mutlu olurdum. Sonuçta en yakın arkadaşım da o değil miydi, bari o yakalasın beni. Kaybediyordum Selim gibi.
İşte yakalandığım o sırada elinde kavak ağacından koparılmış bir sopa bulunan sonradan da adını öğrendiğim Melek öğretmen bana doğru yaklaştı. Melek öğretmen aklımda hep elinde kavak ağacından koparılmış bir sopayla dolaşarak aklımda ve aklımızda kaldı. Meğer onu ne kadar çok sevmişim. Seni çok seviyorum öğretmenim umarım ışıklar içinde beni izliyorsun, sen olmazsan şimdi çok sevdiğim başarılı olduğum tek şey olan Basketbolda ben olmazdım.
Melek: Adın ne senin bakalım?
- Elif öğretmenim.
Melek: Seni basketbol takımına alıyorum, hafta sonu sabah spor salonunda ol.
Elif: Hayır, ben basketboldan nefret ederim, en sevdiğim spor Futbol'dur ve ben başka bir spor yapmam dedikten hemen sonra kavak ağacından yapılmış sopanın kalçamda yarattığı derin acıyı hissettim, gözlerimden iki damla yaş usulca aşağı indi. Biri sol yanağımdan diğeri de sağ yanağımdan aşağı.
Elif: Tamam öğretmenin dedim ve içimde büyük bir korkuyla okulumun spor salonuna gittim. Nedense o gün okula ilk giden olmak istememiştim. Okula da gitmek istemedim. Oysa her zaman bir oyun yaratıp onu kazanmaya çalışırdım. Gerçi daha hiç galibiyetim yoktu ama bu kez oynamak istemiyordum.
Spor salonuna girdiğimde içerde basketbol oynayan okulumdaki ablaları gördüm, kenarda ürkek ürkek duran benim gibi çaylaklar hayranlıkla ablaları izliyorlardı. İşte tam da burada kendimi bulutlar üzerinde olduğum o rüyalardan birinde hissettim. Sanırım basketbol beni tam şuramda tutup bağlıyordu kendisine.
Melek öğretmenimizi de hiç böyle görmemiştim, adeta kendinden geçmişti tüm enerjisiyle birşeyler gösteriyordu, ablalar da onun dediklerini harfiyen yapıyordu. Neden okulda hiç böyle değil dedim kendi kendime, ondan korkardım hatta çok çekinirdim. Onun bulunduğu yerde olmak istemezdim ama şimdi ona doğru gitmek istiyorum, ona sarılmak istiyorum.
Sıra bize geldi, basketbol ile ilk temasımın olduğu o an, basketbolun yüreğime sızdığı ve bir daha asla ayrı kalmayacağımı anladığım o ana geldi. Derler ya usta çırağa ilk görevi verince çırak artık o iş için yaratılmış olduğunu anlar. İşte benim de öyle oldu, topu hayatımda ilk defa elime aldığımda benim hayatımın ana damarı olacağını sanırım daha o zaman anlamıştım.
Melek: Çocuk topu şimdi böyle yere vurarak sektireceksin, tamam mı?
Elif: Tamam öğretmenim.
Melek: Yapabilir misin?
Elif: Evet öğretmenim.
Melek: Yap bakalım.
Ne güzel bir duyguydu o an. Antrenmanımız sanırım 75 dakika sürmüştü ama bana sorarsanız 10 dakika bile geçmemişti zaman. Demek Zamanspora da yenilmiş oluyorum burada. Ertesi gün spor salonuna ilk giden ve ablaları da izlemek için sabah erkenden kalktım ve koşarak gittim. Spor salonuna geldiğimde inanılmaz bir mutsuzluk yaşadım çünkü bugün antrenman yokmuş.
Tüh keşke her akşam ve her sabah antrenman olsaymış diye iç geçirdim. Basketbolun büyüsüne kapılmış olan ben içimde bir mutlulukla eve döndüm.
Devamı gelecek...
Devamını Oku...